KİTAP 13 # TEMBELLİK HAKKI - PAUL LAFARGUE


TEMBELLİK HAKKI
/ LE DROİT A LA PARESSE

Paul Lafargue

Çeviri: Vedat Günyol

Telos Yayıncılık
5.Baskı 1993


''DAHA AZ ÇALIŞMA DAHA ÇOK YAŞAMA!''*

*Ütopya, Thomas More


Couch Potato
    Hangi birimiz ara sıra tembellik etmek istemez ki? ya daimi tembellik? Hiçbir şey yapmadığınız, yan gelip yattığınız, ekranların önüne kurulup Couch Potato'luk yaptığınız bir dünya hayal edin.Ya da durun durun en iyisi mi etmeyin!çünkü birazdan hayalkırıklığına uğrayacaksınız zira bahsedeceğim kitap bu düşüncede olanların kolay kolay anlayamayacağı tam tersi, daimi tembellik ve rahatlık için birçok kişiyi köle edenlere, onlara bırakın dinlenmeyi yaşamaları için bile süre tanımayanlara karşı bir aktifliği savunan, bir başkaldırışın kitabı kısaca Komünist Manifesto alanında ne ise bu kitap da Dinlenme Hakkı'nda o'dur: Tembellik etme hakkının, Dinlenme Hakkı'nın manifestosu!
Az önce de belirttiğim gibi bu kitap, aslında ''Tembellik Hakkı'' değil ''Dinlenme Hakkı''ndan bahsediyor.Bu noktada da Kapitalist düzeni çatır çatır, hazmedilemeyecek ağır laflarla durmaksızın eleştiriyor.


    Dinlenme Hakkı'na yazının ilerleyen bölümlerinde değineceğim.Şimdi Tembellik Hakkı kitabı ve Paul Lafargue hakkında Vedat Günyol'un yazdığı önsözden hareketle bilgiler vermek istiyorum.

    Öncelikle magazinsel bilgi olarak şunu belirteyim, Paul Lafargue, Karl Marx'ın damadıdır.Aynı zamanda kitabı da Çarlık Rusya'sında 17 baskı yapmış ve bu bakımdan Lenin'e göre 1917 Ekim Devrimi'nin kotarılmasında büyük işlev görmüş bir kitaptır.Fransız sosyalizm tarihinde, Marksizmi ülkeye ilk getiren düşünür ve eylem adamı da Paul Lafargue'nin ta kendisidir.Aynı zamanda Karl Marx damadından damadı olmadan önce bayağı bir etkilenmiş ve hatta bunu Friedrich Engels'e yazdığı mektupta Paul Lafargue'den '' yakışıklı, zeki, enerjik ve sportif'' şeklinde bahsederek ifade etmiş. Fransız Sosyalist Partisi'nin de kurucusu olan Paul Lafargue, 1891 yılında milletvekili de seçilerek Bourbon Sarayı'na girmiş.

Paul ve Laura Lafargue çifti

    Ölümü ise hayli trajik ama hayatı boyunca sahip olduğu felsefeden bağımsız olmayarak ortaya çıkmış: 1911 de kendisi ve karısı Laura ile evinde intihar.
İntiharından önce bıraktığı mektubu burada paylaşmak istiyorum çünkü bu mektup ölümün bile bir felsefeye sahip olacağı, yaşarken hayatını bir felsefeye bağlı kalarak yaşamışların ölümlerinin de felsefeden münezzeh olmadığını göstermesi açısından önemli.(bkz bu hususta Ernest Hemingway de bir örnektir.)
Paul Lafargue bıraktığı mektupta intihar nedeninin şöyle açıklamaktadır:

''Bedence ve ruhça sapasağlamken, yaşama zevk ve sevinçlerini birer birer elimden alan, beden ve kafa güçlerimi koparıp götüren acımasız yaşlılık, enerjimi felce uğratıp istemimi söndürmeden ve beni gerek kendime, gerek başkalarına yük olacak duruma düşürmeden, canıma kıyıyorum.

Yıllardır yetmiş yaşımı aşmamaya söz verdim kendime.Yaşamdan ayrılmanın yılı olarak bu dönemi seçtim ve kararımı uygulama yolunu tasarladım:

deri altına siyanür enjekte etmek.

45 yıldan beri kendimi adadığım davanın, yakın bir gelecekte başarıya ulaşacağından emin olmanın büyük sevinciyle ölüyorum.''

    Kitabın yazıldığı dönemde ise genel olarak işçi kitleleri için insanlık dışı bir ortam var, öldürücü seviyede çalışma koşulları ve çalışma süreleri mevcut ve bu ortam da öldürücü çalışmaya karşı aydınlar arasında bir başkaldırışın filizlenmesine neden olmuş. Paul Lafargue bu koşulların doğurduğu bir aydın olarak çalışmanın kendisine değil, insanı insanlıktan çıkaran aşırı çalışmaya karşı bir mücadele vermiştir.Günde 3 saatlik bir çalışmayı yeterli görmüştür.

''Çağımız, çalışma yüzyılıdır, diyorlar; aslında acının, yoksulluğun, kokuşmuşluğun yüzyılıdır.''

    Kitap çok ince bir kitap ama ne kadar inceyse o kadar dolu, başkalarının kitap hakkında düşünceleri nedir bilmiyorum ama ben kitabı okurken hep İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku'nın 'Dinlenme Hakkı' kapsamında kitabı değerlendirerek okudum.Bu yüzden çok dolu ve o zamanlar için çok ileri bir hak anlayışı ile ele alındığını gördüm.

''Günümüzün İşlikleri, işçi kitlelerinin hapsedildiği, yalnız erkeklerin değil, kadınların ve çocukların da 12-14 saat zorla çalıştırılmaya mahkum edildiği ideal çocuk islah evleri durumuna gelmiştir.''

     Gördüğünüz gibi çocuklar da bu kıyıcı çalışma sürelerinin kurbanlarından, üstelik içlerinde 5-12 yaş arasındaki bu çocukların sayıları o kadar fazla ki!
Daha traji-komik olanı ise ne biliyor musunuz? Bir işverenin ''Birinci İyilikseverler (!)  Kongresi'nde kongre üyelerinin alkışları arasında söylediği şu sözler:
'' Çocuklar için birtakım eğlence olanakları sağladık.Çalışırken şarkı söylemesini, yine çalışırken sayı saymasını öğretiyoruz onlara: Eğlendiriyor bu onları ve geçimlerini sağlamak için gerekli 12 saatlik çalışmayı cesaretle kabul ediyorlar.''



     12 yaşında bile olmayan çocuklara 12 saatlik çalışma! üstelik madenlerde bile çalışabiliyor bu çocuklar! Düşünebiliyor musunuz 5 yaşındaki kızınızın, oğlunuzun bir madende 12 saat çalıştığını?


''Oradaki çalışma,bir iş, bir görev değil, bir işkencedir.Ve bu işkenceyi altı ile sekiz yaş arasındaki çocuklara uyguluyorlar.Bu, özellikle pamuk ipliği işliklerinde çalışan işçileri yıpratan, her tanrının günü çekilen sonu gelmez işkencedir.''

     Üstelik sadece çocuklar değil gebe kadınlar, çocuk emziren kadınlar da bu halleriyle madenlerde aşırı çalıştırılıyordu.İnsanlıktan çıkarılmış bu insanlara Dinlenme Hakkı çok görülüyordu.İşte bu kitap tüm bunlara karşı bir tepki olarak çıkmıştır.Aşırı çalışma ve çalıştırarak öldürme yok etmeye karşılık ismi de ''Tembellik Hakkı'' olmuştur.

''Çalışma süresi konusunda da Villerme, ceza sömürgelerinde kürek mahkumlarının günde 6 saat, Antiller'deki kölelerin 9 saat, oysa 1789 Devrimi'ni gerçekleştirmiş ve o gösterişli İnsan Hakları'nı ilan etmiş olan Fransa'da, bir buçuk saat yemek molası ile birlikte, atölye işçilerinin günde 16 saat çalıştırıldıklarını saptıyor.''
 

  İşte o zamanın gördüğünüz şartlarına karşılık haklı olan tepki günümüzde meyvesini vermiştir.Uygulamalarda her ne kadar sıkıntı ve bazı noktalarda yetersizlik olsa da.
Günümüzde sosyal devlet anlayışı içinde tüm çalışanların ve bu arada işçilerin sağlığının korunması ve işgücünün yenilenmesi düşüncesiyle Dinlenme Hakkı ülkemizde Anayasal güvence altına alınmıştır.*1 O zamanların günde 16 saatlere çıktığı bu zamanlardaki çalışma süresine karşılık bizim İş Kanunu'muzda çalışma süresi haftada en fazla 45 saattir.Aksi kararlaştırılmamışsa bu süre, işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine eşit ölçüde bölünerek uygulanır ve çalışma günleri de pazartesi ve cumartesi de dahil olmak üzere 6 gün olarak düşünüldüğünde günlük 7,5 saatlik çalışma süresi karşımıza çıkar.Bu süreler Paul Lafargue'nin istediği düzeyde değil elbette ama onun yaşadığı vahşi kapitalist açlık seviyesinde de değil.Daha azı bundan sonrası için olur mı bilmiyorum ama daha azı daha önce olmuş; Eduardo Galeano'nun bir kitabında okuduğuma göre, 1998'de Fransa haftalık çalışma süresini 35 saate indiren bir yasa çıkarmış.Lakin bu sağduyulu yasa ne yazık ki 10.yılında kaldırılmış.*2 

  Son olarak kitabı herkesin okuması gerektiğini düşünüyorum, kısa bir kitap zaten, bu üzerinde bolca düşünme fırsatınız var demek.Şimdiden okuyacaklara keyifli okumalar diliyorum.


''Kapitalizm insanı yoksullaştırır, yoksullaştırdıkça da çalışmaya daha çok çalışmaya mahkum eder.''
 

*1/ İş Hukuku- Sarper Süzek, Yenilenmiş 9.baskı, İstanbul 2013, Beta
*2/Ve Günler Yürümeye Başladı- Eduardo Galeano, 2012, Sel yayıncılık, sf.162


Yorumlar

  1. Keşke hepimiz düşünmeye vakit ayıracak kadar tembellik yapabilsek:) Sağolun güzel bir inceleme olmuş.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. çok güzel bir cümle gerçekten: keske hepimizin düsünmeye vakit ayıracak kadar tembellik hakkı olsa değil mi:) işte anlatmak istediği de kitabın buydu :)

      ben teşekkür ederim bu denli dikkatli okuduğunuz için :)

      Sil
  2. Oldukça güzel yazı ve tanıtım olmuş :) Kitaba ve içerisindeki bilgilere gelince henüz kitabı okumadım ama en yakın zamanda okuyacağım. Yazıdan ve daha önce duyduklarım üzerinden gitmek gerekirse, şuan insanlık çok düzenli bir biçimde gelişmiyor malesef. Bunun olup olmayacağı da merak konusu aslında. Şuan verimsiz geçen 8-10-12-14 saatlik çalışmalar yaşamaktayız. bunun götürüsü olarak mutsuz ve yorgun insanlar oluşmaktadır. bu insanlar bir sonraki iş gününe verimsiz olarak gidip yine aynı döngü oluşabilmektedir. peki mevcut sistem içerisinde bunun çözümü var mıdır? aslında kişisel gelişim kitapları bunun için var. öncelikle suni mutluluk anlatılır, daha sonra sistemi tanıyan birey kendisini üst kademelere taşır ve daha az çalışmayı başarır ama altta yine daha çok ve verimsiz çalışan kişiler kalır. bunun önlenmesi basittir aslında: "eğitim ve direnç". Fakat bu kadar kişiye gerçek eğitim sağlayıp, direnç gösterilmesine izin verilirse mevcut sistem için de kötü olacağından daha sonrası için bir belirsizlik olacaktır. İşte aslında sistemde bir yerlere gelen insanların korktuğu asıl nokta budur. Mevcut sistemin kötü olduğunu bilseler de bu sistemin bozulmasını istemezler. Bunu yalnızca üst sınıf değil, aksine ortasınıf daha ciddi anlamda istemez. Hatta yükselme umudundaki alt sınıf bile kimi zaman bu sistemin bozulmasını istemez. Sorunun çözümü işte bence bu alt sınıfta gerçekleşecektir. :)

    YanıtlaSil
  3. merhabaa:)
    öncelikle güzel yorumunuz için teşekkür ediyorum ve her zamanki gibi güzel düşüncelerinizi argümanlara dayandırarak ortaya koymuşsunuz:) ve katıldığım noktalara gelince evet kesinlikle insanlar her gün günlerinin 8-10-12-14 saatlerini verimsiz olarak geçirmekte; yalnız burada verimsizlikten kastımız sizin de ima ettiğinizi düşündüğüm anlamıyla olması gereken miktarda bir verim içermemesidir yani salt bir verimsizlik değil sadece olması gerektiği kadar verimli olmaması durumudur:) bu hususta kitaba da değinmek istiyorum, lafargue insanların fazla çalıştırılarak daha da verimsizleştirildiğini iddia ediyor ve daha az çalıştıklarında da aynı işi yapabildiklerini fazla çalışmanın da bu yüzden insanlık dışı olduğunu belirtiyor.Aslında mantıklı olan fazla çalışma süresi olması değil, sürelerin nasıl değerlendirileceğinin belirlenmesi sorunudur.Bence öncelik olarak insanlar zaman kavramının önemini idrak etmeli ve bu hususta eğitim zamanın önemini salt kapital amaçlarla değil, insanın insan olma kapasitesini geliştirme ve artırma yönünde de önemini insanlara göstermeli.Kaldı ki çağımızda makineleşme bu seviyedeyken makineler salt sermayeyi güçlendirici değil ,insanı da geliştirici, insana da vakit ayırıcı özellikleri ihtiva etmeli:) Ama son söylediklerinizle hemfikirim herkes bir şekilde kötü de olsa öngörebildiğinden memnun, rahatsız oldukları şu andan bile öngöremedikleri bir gelecekten çok daha mutlular.Ayrıca sistemin kurallarını az buçuk biliyorlar ve doğru kartları oynadıklarında aleyhlerine olan durumu lehlerine çevirebilme ihtimalinin varlığı onları sisteme daha da çok kilitleyip, çoğu zaman kusurları çok olan sistemin aymaz savunucuları olmalarına neden oluyor yahut en iyi ihtimalle eleştirseler bile var olan koşulların aksini istememelerine neden oluyor :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

KİTAP 15 # SİLO - HUGH HOWEY

KİTAP 10 # BİR CEZA AVUKATININ ANILARI - Av. Prof. Dr. FARUK EREM

KİTAP 48 # AZİZ SANCAR VE NOBEL'İN ÖYKÜSÜ - ORHAN BURSALI